Atilla Akkartal
  Gerçekleşmeyen ihtilalin hikayesi
 
Gerçekleşmeyen ihtilalin hikayesi
1963 gecesi... Üniformasını giydi. Thomson´unu aldı. ´İhtilal yapmaya gidiyorum´ diye sokağa çıktı. İdam sehpasında noktalanan tek gecelik ihtilal artık başlamıştı.

 

Fethi Gürcan´ın oğlu Ömer Gürcan bir devrin sır perdesini D. B. Tercüman yazarı İrem Barutçu´ya araladı.


Süvari Binbaşı Fethi Gürcan, Talat Aydemir´in 22 Şubat darbesine katılınca ordudan tart edilmişti. İşte çarpıcı açıklamaların yer aldığı röportaj..


PAROLA: HARBİYELİ ALDANMAZ


Başbakan İnönü, 22 Şubat´ta Harbiyeli´nin aldatıldığını söylüyor. Harp Okulu öğrencileri, bu sözlere tepkilerini Atatürk anıtlarına ´Harbiyeli aldanmaz´ yazan çelenkler bırakarak gösteriyor.




 

- Türk ordusunda 1946´dan itibaren cuntaların varlığından söz edilir. 27 Mayıs darbesinin ardından da sular durulmamış, 15 Ekim 1961´de gerçekleşen genel seçimi, Başbakan İnönü´ye rağmen müdahale kararının alındığı 21 Ekim ve 9 Şubat protokolü, 22 Şubat Talat Aydemir İsyan Olayı takip etmiştir. Bu politik ortam, 21 Mayıs´ta elinde silahıyla sokaklara taşacak olan Harbiyeli´yi nasıl etkilemiştir?

 

Dilerseniz, önce o döneme hızla göz atalım... 27 Mayıs sonrası, derme çatma Milli Birlik Komitesi toplanmış. Ama iktidara sahip oldukları söylenemez. CHP, dışarıdan, kendi gücüyle, bu hareketi yönlendirebildiği kadar yönlendiriyor. İyi şeyleri kendisine, kötüleri ise MBK´ne yüklüyor. 14´lerin yurt dışına gönderilmesi, MBK arasında fikir birliği olmaması, her kişinin ve her gurubun MBK´ne el atmasını gerektiriyor. Genç subaylar şaşkın ve lider arıyor. İşte Talat Aydemir´in Harp Okulu Komutanı olması ve gençlerle rahat bir diyalog kurmuş olması onu hızla liderliğe doğru götürüyor. Yine bu dönemde, ´Aman ordu parçalanmasın!´ diye tutuyor, Silahlı Kuvvetler Birliği kuruyorlar ve Türk Silahlı Kuvvetleri hiyerarşisi içinde, iyi niyetle Cevdet Sunay´ı da başlarına geçiriyorlar. Bunlar, aynı Batı Çalışma Grubu gibi Genelkurmay Başkanlığı altında bütün planları yapıyorlar. ´Asker el koyarsa ne yapacak?´ gibi planlar... Ve protokol imzalanıyor... Generaller diyorlar ki, ´Seçimlerden önce iktidara el koyacağız´


- Fakat ardından 15 Ekim seçimleri geliyor...


Evet... Paşalar, protokole rağmen bundan vazgeçiyorlar. ´Nasılsa CHP kazanacak, biz bu işi hallederiz. Bizim içimizden gelen koskoca İsmet İnönü var. Cemal Gürsel var. Cemal Gürsel´i Cumhurbaşkanı, İsmet İnönü´yü Başbakan yapar ve bu işi hallederiz´ diye düşünüyorlar. Seçimler gerçekleşiyor ve seçim sonuçları büyük sürpriz oluyor. CHP, diğer partilerin toplamından azınlıkta kalıyor. Parti başkanları toplanıyor, Kuvvet Komutanları´nın zorlamasıyla, Cemal Gürsel, Cumhurbaşkanlığına tek aday gösteriliyor. Diğer aday Ali Fuat Başgil, dövülerek Ankara dışına atılıyor!.. Muhafız Alayı, Meclis´i çeviriyor... Cemal Gürsel Cumhurbaşkanı, İsmet İnönü Başbakan seçiliyor. Tabii bunlar, genç subayları huzursuz ediyor ve genç subay diyor ki: ´Biz CHP´nin silahşörleri miyiz? Bunları, İsmet Paşa´yı iktidara getirmek için mi yaptık?´ Asker, ´Buna mı demokrasi diyorsunuz´ diye düşünmeye başlıyor.


- Harbiyeli, İsmet Paşa´ya karşı da mı burukluk duyuyor?


Tabii... Biliyorsunuz, Talat Aydemir´in demeci var; ´İnönü tükenmiştir´ diyor. ´İnönü, devrimci değil, tutuculuğun temsilcisidir´ diyor. ´Türkiye´nin kaderi, seksen yaşındaki bir insanın eline bırakılamaz´ diyor. Genç subaylar, bunu söylüyorlar... Ama diğerleri, İsmet Paşa´yı sembol olarak Başbakan yapıp iktidar nimetlerini paylaşma yoluna gidiyorlar.


- Harbiyeli´nin İsmet Paşa´ya tavır aldığı düşüncesinin izlerini nereye kadar sürebildiniz?


Bakın 22 Şubat gecesi, ilginç bir olay vardır. O zaman Harp Okulu iki seneydi. Birinci tabur ve ikinci tabur deniliyordu. Biri, birinci, diğeri ikinci sınıf... 22 Şubat gecesi, birinci sınıf talebeleri, ´İsmet Paşa´ diye, ikinci sınıf öğrencileri ise ´Mustafa Kemal´ diye bağırıyor. İkinci sınıf öğrencileri, süngü takıp, ötekilerin üzerine yürüyor. Zor ayırıyorlar... Bakın, ne kadar ilginç... ´İsmet Paşa´ diyen grup, 21 Mayıs olayının lideri. Üzerinden sadece bir yıl geçmiş ve İsmet Paşa´ya silah çeviriyorlar!


- Tüm bunlar bir sene içerisinde oluyor, öyle mi?


Evet. Üstelik başlarında Talat Aydemir de yok. Aydemir, uzaklaştırılmış, emekli olmuş.


- Babanız Fethi Gürcan, İsmet Paşa´yı nasıl algılıyor?


İsmet Paşa´nın önce hayranı. Ama olayların içine girdikçe, Menderes´in asılmasını, 22 Şubat gecesini yaşayınca, bakıyor ki İsmet Paşa o bildiği İsmet Paşa değil... Daha sonra, savunmasında ´Demogog´ diyor...


 

Kitabınızda, Cemal Gürsel ve İsmet İnönü´nün, 22 Şubat Talat Aydemir isyan olayında ´Cezai takip yapılmayacağına´ dair sözü tutmadığını vurguluyorsunuz. Babanız ve arkadaşları, emekli edilmese 21 Mayıs gerçekleşir miydi?


´Hiçbir cezai işlem yapılmayacaktır´ deniliyor ama ne oluyor? Daha onlar silahlarını bırakır bırakmaz, havacılar koşuyor ve Harp Okulu´nun tüfek mekanizmalarını sökmeye, subayları da gözaltına almaya başlıyorlar! Babamı alamıyorlar. Tüberküloz ve Gülhane´de doktor bir arkadaşı var, gidip oraya yatıyor. Ama hepsini tart ediyorlar. Emekli denilince ne anlarsınız? Maaş bağlanması, değil mi? Halbuki bu tart, 39/e fıkrası. ´Ordudan attık´ demiyorlar da, ´emekli ettik´ diyorlar...


- Peki ordudan tart edilmesinin acısı etkili midir?


Bunun da teşviki vardır. Bir kere babam, psikolojik olarak o gece kendisiyle beraber hareket eden insanların sorumluluğunu taşıyor. Çünkü onların, beş parasız dışarı atılmaları söz konusu. Nitekim babam, 22 Şubat´ın ardından önce teğmenini, asteğmenini, astsubayını işe yerleştirmiş ve ondan sonra kendisi bir işe girmiştir...


- 22 Şubat´ta Talat Aydemir´in İsmet Paşa ile anlaşma yoluna gitmesi, Harbiyeli´de nasıl bir etki yaratmıştır?


Gençler hüngür hüngür ağlıyor. 600 teğmen ağlıyor! Bana, korgeneralliğe dek yükselmiş bir 62´li anlattı; ´Korgeneral oldum, erkeklerin ağlamasının bu kadar gür olduğu başka bir an bilmiyorum. Halen unutamam´ diyor.


n Bu gözyaşlarının sebebi nedir?


Komutanları ´Dur!´ dediği için... ´Dur!´ diyor, ´Adam öldürmeyeceksiniz!´ diyor... O kadar bağlılar ki, duruyorlar...


- Talat Aydemir, Fethi Gürcan ve bazı subaylar emekli ediliyor. Ya Harbiyeli?


Bir kısmı mezun oluyor, birinci sınıf öğrencisi ise ikinci sınıfa yükseliyor. Ama Harp Okulu talebesi çok kızgın. Havacılar gelip silahlarının mekanizmasını toplamış... 22 Şubat´ta Havacı, Karacı düşmanlığı baş gösteriyor. Karacı, Havacıya selam vermiyor, ´hain´ diye bakıyor. Çünkü silah namusları... Talat Aydemir alındıktan sonra ise, yeni bir komutan geliyor ve hiç biri ictimaaya çıkmıyor.


- Harbiyeli, 21 Mayıs´ın ilk işaretlerini nasıl veriyor?


Şimdi Havacı subaylar, tüfeklerinin mekanizmalarını almış. Devlet, onlara güvenini yitirmiş ki, silahlarının mekanizmasını söktürüyor! Gençlik buna tepki duyuyor. Ardından bu öğrencileri Menteş kampına gönderiyorlar. Orada, 22 Şubat´ta ´İsmet Paşa´ diye bağıranlar ikişer-üçer gruplar halinde bir araya geliyor ve bu işin devamını getirmek için yemin ediyor. Bu şekilde, onlarca yirmilerce grup, gizli örgüt kurmuş. Her örgüt kuran, bir tek kendileri var sanıyor. Ama Fethi Gürcan´ın evine gelince, birbirlerini görüp şaşırıyorlar. Talat Aydemir ve Fethi Gürcan, derelerin aktığı deniz...


- 21 Mayıs´a uzanan yolda Talat Aydemir- Fethi Gürcan ve Harbiyeli bağı nasıl kuruluyor?


Harp Okulu talebesi Aydemir´e geliyor. Ne komik değil mi? Harp Okulu teşkilatlanıyor. Önder Aydınlı, hareketin lideri, diyor ki, ´14´ler hadisesinde, 14´lerin yanında yer almak için teşkilatlanmıştık. Ama Aydemir´in kararlılığı karşısında hareket yapamamıştık.´ Yani öğrenci, hareket istiyor! Hareket lideri arıyor! Babam ve arkadaşları, ordudan atıldıktan sonra, öğrenci kendi birliğini kuruyor ve sonra gelip babamları buluyor.


- Alt ittiriyor diyorsunuz... Peki ya üst?


Seyrediyor...İnönü, bir taraftan da teşvik ediyor. ´Maceraperest!´ diyor, ´Sergüzeşt!´ diyor...


- İsmet Paşa, 22 Şubat´ta bir de ´Harbiyeli´nin aldatıldığını söylüyor´...


Evet... Başbakan İnönü´nün bu açıklaması üzerine, Harp Okulu öğrencileri, İstanbul, Ankara ve İzmir´de Atatürk anıtlarına, üzerinde ´Harbiyeli aldanmaz´ yazan çelenkler bırakıyor. Zaten 21 Mayıs´ın parolası da, ´Harbiyeli aldanmaz´ olmuştur...


* * *


Babam ihtilâl yapacaktı ve ben, çizmelerini boyadım


Babam, 27 Mayıs´ı bize hissettirmedi. Sadece annem biliyordu. Annemi öpmüş ve gitmiş... 22 Şubat´tan da haberimiz yoktu. Çünkü o, kendi kendine gelişen bir süreç... O anki bir isyan... Ama 21 Mayıs, adım adım bizim evimizde, gözlerimizin önünde teşkilatlandı. Harbiyeliler geldi, gitti... Zaten hepsini tanıyorduk, sohbet ediyor, beraber oyun oynuyorduk. Babamla oturuyor, tartışıyor, plan yapıyorlardı... Evimiz küçük, iki odalıydı ve ben, bir taraftan dersime çalışıyor, bir taraftan da onları dinliyordum. Annem ise mutfaktaydı. Onun görevi, onlara çay-kahve yapmak, yemek hazırlamak, bir nevi levazım müdürlüğü... Biz böyle yetiştik... Hatta 21 Mayıs günü, ben babamın çizmelerini boyadım. Sonra dayım geldi ve annemi ve biz çocukları alıp evine götürdü. Önce, hep beraber radyoya dikkat kesildik. Bir yanda da gözlerimiz camda, hareketin başlayacağı saati bekliyorduk. Zaten Ankara´nın göbeğindeyiz... Subayevleri´nde... O dönemde bugünkü kadar bina yok ve camdan bakıldığında, Harp Okulu görünüyor. Uçaklar iniyor, kalkıyor... Ses duvarı aşılıyor ve camlar parçalanıyor... Biz gayet rahat izliyoruz... Bir ara dayım, bizlere kurşun gelmesin diye bizi bir kenara çekiştiriyor. Annemde hiçbir şey yok. Yengem ise panik içinde. Yalnız dayım çok telaşlı. Bir ara o da üniformasını giyiyor ve ´Ben Fethi´yi yalnız bırakmayayım´ diyerek evden çıkmak istiyor. Ama büyüklerimiz onu tutuyor. Teyzem, ´Bu kadar çocuk ne olacak? Senin görevin, bu çocuklara sahip çıkmak´ diyor...


* * * *


´Havacılar, silahlarımızın mekanizmalarını söktü!´


Neden(21 Mayıs), diye sorulursa, eski komutana sevgi ve bağlılık denebilir, ama bunu tetikleyen nedenler de vardı şüphesiz. Madem 22 Şubat oldu ve kaybedildi; öğrenci de olsak, biz de bu oyunda yer aldık ki, o zaman biz de başarısızdık. Önemli sayıdaki öğrencilerin üzerinde, bu başarısızlığın ´içten itmesi´ vardı. Bir başka neden ise, kaybedilen 22 Şubat´ın ardından 23 Şubat sabahı okula gelen Hava ve Deniz subaylarıydı. Havacılar çok gayretkeşti, gözlerimizin önünde tüfeklerimizin mekanizmalarını söktüler. Bu olay, hem Harbiyeliler´i eski Komutan´a doğru yönlendirmiş ve hem de öfkelerini tetiklemiştir. Şimdi, mekanizmaları sökme işinin mi, yoksa yeni komutan General Semih Sancar´ın okula gelişinin mi önce olduğunu hatırlayamıyorum, ancak her iki olay da 23 Şubat günü meydana geldi. Yeni komutan 23 Şubat sabahı erken saatlerde geldi okula ve ilgili ast düzey komutanlar öğrenci alayını toplayıp tekmil vermek istiyorlardı ki, bu ´işin icabı´ idi. Ancak, öğrenciler, ictimaaya çıkmakta isteksiz davranıyor ve aksini, bölük ve takım komutanları başaramıyordu. İç bahçede bulunan ve kaçmayı başaramayan, abartmak istemem ama hafızamda kaldığına göre 8-10 öğrenci ile General komutana tekmil verdiler. Tekmil verilirken, biz tüm öğrenciler, üstümüzde çizgili pijamalarımızla, pencerelerden salkım saçak aşağıdaki merasimi izliyorduk. General komutanın bir ara başını yukarı kaldırdığını ve bu sahneyi gördüğünü ben bizzat gördüm. Komutan hemen tören alanını terk etti. Sonradan kalp krizi geçirdiğini duydum. Doğruluğunu bilmiyorum. General Semih Sancar o gün, görevden ayrılmış. Zaten 23 Şubat günü yerine tayin edilen General Kemalettin Eken geldi. İşte Harbiyeli´nin 21 Mayıs´a doğru yöneldiğinin ilk işareti burada verilmişti.


* * *


´Silahlarımız üzerine yemin ettik´


22 Şubat 1962, Ankara´da soğuk bir kış günüydü. Ben birinci sınıf öğrencisiydim. ...Öğle saatlerinde alarm çaldı. Çok zamansız bir alarmdı. Ne olduğunu anlayamadık... Talat Aydemir, okul komutanıydı, Turgut Alpagut Alay Komutanıydı. Alarm çalınca, hepimiz koşuştuk ve silahlarımızı aldık. Hemen hepimizin silahı boştu. Mermi yoktu... Ve bizler, birinci ve ikinci sınıflar olarak iki tabur halinde bahçede içtimaa toplandık. O sırada, bizim birinci sınıf taburunun komutan yardımcısı Piyade Binbaşı Ahmet Eroğlu geldi. Bizi topladı ve ´İnönü´ diye bağırmaya başladı. Bizim tabur da hep bir ağızdan, ´İnönü´ diye bağırıyordu. İnönü, Başbakandı. Biz İnönü diye bağırırken, karşıdaki ikinci sınıf da; tabur komutanlarının nezaretinde hep bir ağızdan ´Atatürk´ diye bağırmaya başladı. Bir tabur ´İnönü´ ve diğer tabur ´Atatürk´ diye birbirimize bağırıyorduk. Neredeyse birbirimize saldıracak hale gelmiştik. Biraz sonra iki teğmen geldi ve bizim komutanımız Ahmet Eroğlu´nun tevkif edildiğini, enterne edildiğini söylediler ve alıp götürdüler .Biz ne olduğunu hâlâ bilemiyorduk ve şaşırmıştık. Sonra iş yatıştı. Biz iki tabur, sarılıp öpüştük ve barıştık. Bizim bölük komutanımız Talha Soyer´di benim hemşerim olurdu.Beni yanına çağırdı: ´Bu gece ihtilâl olacak, sen benim yanımdan ayrılma´ dedi. O gece ihtilâl olayı oldu. Fakat bizi dışarı çıkarmadılar. Hareketi okul komutanımız Talat Aydemir´in yönettiğini ve sonra hükümetle anlaşma yapılıp hareketi durdurduğunu öğrendik. Komutanlarımızı ve üst düzey kadrosunu Ordu´dan çıkardılar. Bizi de sömestr iznine yolladılar... O yıl birinci sınıftan ikinci sınıfa geçtik ve 1962 yılının yaz aylarında, her yıl olduğu gibi, Harp Okulu olarak topluca İzmir´de Menteş kampına gittik. Sıcak bir yaz gecesiydi ve yemek yiyorduk, öğrenci arkadaşlardan Kenan Dikici yavaşça yanıma geldi ve ´Ümmet, silahını çadırdan alıp kumsala gel. Orada birkaç arkadaş toplanıp konuşacağız´ dedi... Orada birkaç arkadaş buluştuk, silahlarımızı dikkatlice kuma gömdük. Kenan Dikici dedi ki: ´22 Şubat olayı bitmemiştir. Tekrar ikinci bir ihtilâl yapılacaktır. Bu ihtilâlde görev alacak olanlar şimdi yemin etsin. Almayacak olanlar çekip gitsin.´ Hepimiz kabul ettik ve ellerimizi kuma koyup kumun altında gömülü olan silahlarımız üzerine yemin ettik... Sonra kamp bitti ve biz Ankara´ya döndük... Ankara´da Süvari Binbaşı Fethi Gürcan´ın evine gittik.


* * *


´Sür atını sürebildiğin kadar´


Babamın en popüler olduğu yarışma 1956 yılında Viyana´dadır. Konkurhipik dediğimiz, atla yapılan iki hareket vardır: Bir mania atlama dediğimiz engelli yarışı, bir de at terbiyesi. Babam Viyana´da, hem at terbiyesinde, hem de mania atlamada çifte birincilik almış. Stockholm´de yapılan bir yarışta ise, son engelde bir kaza geçirmiş ama orada bile görevini yapmayı ihmal etmemiş. Bu yarış, açık arazide yapılıyor ve engeller çok büyük. Düştüğünde eleniyorsun. Orada, son engelde düşüyor ve sakatlanıyor. Ama kolu kırık olduğu halde, atının üstüne yeniden biniyor. İngiltere Kraliçesini selamlamadan yarıştan ayrılmayı onuruna yediremiyor! Selamlıyor ve ardından düşüp bayılıyor. İlginçtir... Babam, annemi önce rüyasında görmüş. Demek ki rüyalara inanıyormuş... Rüyasındaki kadın, atının dizginlerini babamın eline vermiş ve ´Sür atını sürebildiğin kadar...´ demiş. Babam, daha sonra annemi ilk gördüğünde, ´Rüyamdaki kadın´ diye düşünmüş ve bir süre sonra annem Esma Gürcan´la evlenmiş. Babam için, rüyadaki kadın, onu tutmayan, esir almayan, kırlarda özgürce koşmasına izin veren kişiyi sembolize ediyordu..

 
  Bugün 51709 ziyaretçi (103143 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol